Yunan heykelinde, kişisel özellikler değil, ortak ideal tip önemlidir. İdeal yüzler, ideal ölçülere uygun insan vücutları Yunan heykelinin başlıca özelliğidir. Başlangıçta kil, taş fildişi, kemik ve tunç gibi malzemelerden ilkel heykelcikler ortaya koyan

Yunan heykelcileri zaman içerisinde bunu geliştirmişlerdir. Heykel sanatının gelişmesine ve anıtsal heykeltıraşlığın ortaya çıkmasının nedenleri arasında olimpiyatlarda başarı kazanan atletlerin heykellerinin dikilmesi geleneği, gelişen mimariye bağlı olarak, tapınakların taştan yapılması ve bunların iç ve dış cephelerinin, kabartmalarla süslenmesi sayılabilir.
Yunan heykeli karşıtlıklar ve bunun yarattığı dinamizm üzerine kuruludur. Baş başka, kollar ve bacaklar başka başka yönlere bakarlar. Bu durum gösteriyor ki Yunan heykelcisi vücut nüansları üzerinde çalışmıştır.
Yunan heykelcileri örtü altından hissedilen gövdenin formunu ortay çıkarmanın çekiciliğini fark etmişlerdir. Bundan dolayı, gizlerken göstermek yunan heykelciliğinde bir motif olmuştur.
M.Ö. 7. ve 6. yy.da iki büyük heykeltıraşlık ekolü görülür:
•Girit Pelepones
•İyonya

Arkaik Dönem Yunan Heykel Sanatı

arkaik dönem heykel Arkaik, sanat tarihinde, herhangi bir uy­garlık sanatının ilk evresi; olgunluk ça­ğına geçmeden evvelki başlangıç dönemi demektir.

Arkaik dönem Yunan heykelleri, Mısır ve Mezopotamya heykelleri gibi hareket­siz, frontal ve katı görünüşlüdür. Ancak, Mısırlılar kol ve bacaklara kısmen hareket getirmiş ve yüzü canlandırmışken; Yunan­lılar bunu gövdede de başarabilmişlerdir.

Formlar sade, figürler sert ve stilize edilmiş gibidir. Ancak, etkili bir ifa­deye sahiptirler. Bazı eleştirmenler, mimarîde oldu­ğu gibi, heykelde de Dor (Girit-Pelo-penes) ve İyon (Anadolu) ekolü ayrımı yapmaktadırlar. Birinci ekolde iri ya­pılı, adaleli ve çıplak erkek heykelleri ön plândadır. Özenle işlenen vücudun organları arasında bir uyum sağlanma­ya çalışılmıştır.

Delfı'de bulunan "İki Delikanlı Heykeli", bu tipin özgün örneklerinden biridir Sisam'da bulunan bir kadın heykeli ise İyon ekolüne dahil örnekler ara­sındadır Elbisesi ve ay­rıca omuzlarından beline dek sarkan bir örtüsü vardır.

M.Ö. VII. yy. sonlarında ve VI. yy.'ın ilk yarısında Atina'da her iki ekole ait heykeller bulunmaktadır. Bunların vücutları daha yumuşak ve daha yuvarlak biçimde işlenmişlerdir. Çehrelerine dolgun ve oval bir şekil kazandırılmıştır. VI. yy.'in ilk yarısında, Atina Akropol'ündeki bazı binaların alınlıkları kalkerik taş heykellerle süslenmiştir. Bunlar boyarımışlıkları ve hareketlilikleriyle dikkati çekmektedir.

MÖ. VI. yy.'in ikinci yarısında, çoğunluğu kadınları tasvir eden mer­mer heykeller de, uzun etekli bir entari içinde yapılmışlardır. Saçlar özenle ta­ralıdır. Dudak uçlarının hafifçe yukarı kaldırılmasıyla, yüzlerine tebessüm ifadesi verilmiştir. Yunan heykelinin Arkaik devresi hakkında ayrıntılı bilgimiz yoktur. O dönemde mimarî üslûp bakımından do­ruk noktasına ulaştığı hâlde, heykel sanatı aynı düzeyde gelişmemiştir.

Mi­marî ve heykeltı­raşlık arasındaki eşitsizliğin sebebi, heykeltıraşların sert taşlan istedik­leri gibi işleyebil­mesini sağlayacak teknikten yoksun olmalarıdır. Bu du­rumda sanatçı, ta­şın kendi doğal ni­teliklerinden fayda­lanarak, onu olabil­diği kadar üstün bir şekle sokmaya ça­lışmıştır.

Buzağı Taşıyan Adam heykelinde malzemeye (taşa) uymak zorunda kaldığı kolaylıkla iki kol ile adamın başı, heykele büyük boyutlu bir alçak kabartma havası ve­recek kadar gövdeye yakın tutulmuş­tur. Bu demektir ki, sanatçı taşı fazla oymaya cesaret ya da imkân bulama­mıştır. Ağız dışarıya fırlamış, burun ve gözler taşın yontulmasından çok, oraya sonradan eklenmiş gibi durmaktadır. Kompozisyon tamamen cepheden ve diktir. Heykele bakıldığın­da, kare etkisi bırakan bir çalışma yapıldığı görülmektedir.
Klasik Dönem Yunan Heykel Sanatı

hermesYıllar süren çaba ve denemeler sonunda, Yunanlı1ar mermer üzerine insan tipi işlemekte büyük ba­şarı sağladılar. Ortaya çıkardıkları eserlerde, ku­sursuz denecek bir taklide eriştiler. Diğer taraftan tunçtan dökülen figürlerde de aynı başarıyı gösterdiler.

Klâsik Yunan heykeltıraşlığında en büyük yenilik, heykellerin frontal du­ruşlarımı! değişip, vücutların ağırlığının bir bacak üzerine verilmesidir. Böy­lece heykelin ana ekseni düz bir çizgi yerine, eğri bir çizgiye dönüşmüş, ya­pılan heykeller doğal gerçekliğe kavuşturulmuştur. Arkaik heykellerdeki sertlik, yerini yumuşak bir üslûba terketmiştir.

Klâsik tarzdaki gelenek devam ettikçe, sanatçılar dikkatlerini belirli kişi­lerin özelliklerini yansıtan çalışmalara çevirmişler, böylece portre sanatı gelişmeye başlamıştır.

Bu çağda büyük sanatçı isimleriyle karşılaşırız. Aşağı yukarı birbirinin çağdaşı olanMyron (Miron), Phidias (Fidyas) ve Polycletos (Polikletos),V. yy. Yunan heykelini temsil ederler.

Myron, heykele hareket getiren insan olarak bilinir. Ünlü "Disk Atan At­let" heykelinde, birbirine zıt olan hareketler arasında belli bir durgunluğu ve donukluğu sağlayabilmiştir.

Perikles zamanında Atina şehrinin yeniden inşasını yöneten Phidias, Partenon Tapınağı için altın ve fil dişinden yaptığı "Atena"sı ve Partenon frizleriyle tanınır. Ancak, Phidias'a ait eserlerden bu güne kalabilenler, Partenon'daki frizlerden kalan bazı kısımlardan ibarettir. Gerek bunlardan ve gerekse Romalıların yaptığı kopyalardan, Phidias'ın gerçekçi, heyecan duygusunu.veren, insan vücut ve elbise kıvrımlarım oldukça yumu­şak biçimde yansıtan bir sanatçı olduğunu anlamaktayız.


Polycletos; "sanat" konusunda kitap da yazmış olan sanatçı, insan vücu­dunu ideal ölçülere bağlamıştır. Ona göre ideal insanın boyu, baş yüksekli­ğinin yedi mislidir. Ayrıca o, Arkaik dönemin frontal heykellerindeki simetri arzusuna son vermiş, simetriyi karşılıklı kitlelerin aynı oluşunda değil, den­gesinde aramıştır. Örneğin, sol bacağın biraz geriye alınmasına karşılık, baş biraz sağa döndürülürse denge sağlanmış olacaktır.

M.Ö. IV. yy.'ın ünlü Yunan heykeltıraşları Scopas (Skopas), Praxitelos (Praksiteles) ve Lysippos(Lizippos)'dur.Scopas'm eserleri Bodrum Mousoleumu'nda bulunuyordu. Yaptığı hey­kellerde tanrı ya da insanlar; hiddet ve heyecan gibi hâllerde tasvir edilmiş, yam duygular insan yüzlerinde yansıtılmıştır.

Praxitelos ile birlikte Yunan sanatına çıplak kadın heykeli girmiştir. Onun zamanında dine bağlılığın azalması veya dinî anlayışın farklılaşma­sının bir sonucu olarak, tanrılar, oldukça insanlaştırılmış, bunlar daha çok belirli bir iş yaparken gösterilmeye çalışılmıştır. Ünlü heykelleri arasında Çocuk Diyonizos'u Kolunda Taşıyan Hermes örnek gösterilebilir. Hermes heykeli her bakımdan doğal, içinden geldiği gibi duran ve kusursuz bir ora­na göre sapılmıştır. Ancak, Diyonizos heykelinaeki oran, Hermes'teki kadar uyumlu değildir.



Kara Camii: Sveti Sedmochislenitsi Kilisesi, Kurtuba Camii...
1-Ayasofya Kilisesi – Ayasofya Camii 2- Aya Teodosia Manastırı- Haliç kıyısındaki Gül camii 3- Aya Andreas Kilisesi- Koca Mustafa Paşa Camii 4- İlyas peygamber Kilisesi-Bir diğer Koca Mustafa Paşa camii 5- Aya Sergios ve Bakhos Kilsiesi-Küçük Ayasofya camii 6- Halkopretya Meryem Ana Kilisesi-Arpaemini Hayreddin camii 7- Hora manastırı-Kariye (Atik AliPaşa) camii (bugün müze) 8- Aya Teodora Kilisesi-Vefa Molla Gürani (Kilise) camisi 9- Kiyriotissa manastırı-Kalenderhane camii 10-Aya Lips manastırı-Molla Fenari İsa camii 11-Miryelon Kilisesi-Bodrum (Mesih Paşa) camii 12-Pentopoptes manastırı-Eski İmaret camii 13- Pammakaristos Kilisesi-Fethiye camii 14-Pantakrator İsa Kilsesi-Zeyrek camii 15-Studios Kilisesi-İmrahor camii 16-Vaftizci Yahya Kilisesi-HıramiAhmet Paşa camii 17- Gastria manastırı-Sancaktar Hayreddin camii 18- Manuel manastırı-Kefeli camii Bu yazı, Gezgin dergisinin 2008 yılının Kasım sayısında yayımlanmıştır.
Bursa Ulu Camii Çok süratli, atılgan ve cesaretli bir kişiliğe sahip olduğu için "Yıldırım" lakabıyla anılan Bayezid Han, 1389 yılında babası Murat Hüdavendigar 1. Kosava savaşında şehit düşünce, onun yerine Osmanlı Devleti 'nin dördüncü padişahı olarak başa geçmiş ve 1402 Ankara Savaşına kadar devletin başında kalmıştır. Yıldırım Bayezid, Anadolu Türk beyliklerini birer birer Osmanlıya bağlayarak Anadolu 'da Türk Birliğini tesis etmeye çalışırken, diğer yandan da İstanbul kuşatmalarını gerçekleştiriyor, bu arada Balkanların Fethine de önem veriyordu. Büyük bir askeri dehaya sahip olan Yıldırım Bayezid Han 'ın Balkanlardaki faaliyetleri bütün Avrupa ülkelerine, Haçlı ittifakına yöneltmiş ve Türkleri Balkanlardan atmak isteyen Haçlı Ordusu ile 1396 yılında Niğbolu Savaşı yapılmıştır. Bu savaş öncesi Yıldırım Bayezid, Allah 'a dua edip niyazda bulunmuş, zafer müyesser olursa yirmi cami yaptıracağı vaadinden bulunmuştu.Niğbolu Savaşı 'nda müttefik Haçlı Ordusunu Allah 'ın inayetiyle malup eden Yıldırım Bayezid Han, Bu savaşta çok büyük ganimet elde etmişti. Elde ettiği bu ganimetlerle Zaferin şükrünü ifa niyetiyle ve adağını da yerine getirmek üzere yirmi cami yaptırmak istemişti. Yıldırım Bayezid Han bu niyetini damadı olan Seyyid Emir Sultan Hz. Açtı. Emir Sultan "Hünkarım, yirmi cami yerine, Müminlerin toplanmasına vesile olacak Cuma namazlarının kılınacağı yirmi kubbeli bir cami yaptırsanız…" deyince, padişah bu teklifi uygun gördü. Kaynaklarda belirtildiğine göre; Caminin nereye yapılacağı araştırmaları devam ederken, Emir Sultan bir rüya görür. Rüyasında bir zat –Peygamber Efendimiz (S.A.V) olduğu rivayet edilir- caminin yerini parmağıyla çizer Emir Sultan rüyadan sonra işaret edilen yere gidip bakar ve orada daha önce olmayan otların bittiğini görür. Bunun üzerine caminin yeri tespit edilmiştir. Emir Sultan 'ın, caminin nasıl ve nerede olacağını belirlemesi üzerine, "beşinci makam" olarak nitelendirilen, "Cami-i Kebir-i bî-nazir" "Benzeri olmayan büyük caminin" inşasına başlanır. ULU CAMİ 'NİN İNŞAASI Anadolu 'daki bütün Ulu Cami 'lerin en büyüğü ve en görkemlisi olan Bursa Ulucami 'nin yapılış tarihi hakkında farklı görüşler vardır. Fakat üzerinde ittifak edilen konu, Niğbolu Zaferinden sonra yapılmış olmasıdır. Caminin yapımına başlama tarihi olarak kaynaklar, h.799/1397 yılını verirler. ULU CAMİ 'NİN İNŞAASI VE ŞENGÜL HAMAMI Emir Sultan 'ın aldığı manevi işaret üzerine yer tespiti yapıldıktan sonra, Yıldırım Han 'ın emriyle hemen inşaata başlanır. İnşaatta çalışan usta ve işçiler gayet halis bir niyetle ve gayretle inşaatı yapmaya çalışırlar. Bu arada inşaat devam ederken, Bir işçi aldığı taşı götüreceği yere kadar götürüp tekrar geri getirerek yerine koyar. Bu böyle birkaç defa tekrar edince ustanın dikkati çeker ve sebebini sorar. Meğer işçi boy abdesti ihtiyacından dolayı böyle yapmaktadır. İşçi gusül abdesti alınmadan taşınmadan taşınan bir taşın cami duvarına konmasını uygun görmeyecek kadar hassasiyet göstermiştir. Durum Padişaha iletilir. Cami inşaatına ara verilerek derhal caminin kuzey kısmına bir hamam yaptırılır bu hamamın ismi Şengül Hamamı 'dır. Bu gün bu hamamın yerinde Gümüşçüler Çarşısı vardır. ULU CAMİ 'NİN MİMÂRI Osmanlı 'nın ilk büyük yapılarından biri olan Ulu Cami gibi muntazam bir eserin mimarı, kesin olarak bilinmemektedir. Bilinen isimler de tereddütle karşılanmaktadır. Bazı kaynaklar Yeşil Cami'yi yapan Hacı İvaz'ı gösterirken, diğer bazıları Ali Neccar ismi üzerinde dururlar. Şurası bir gerçek ki; Ulu Cami, mimarlık yönü itibariyle belki mükemmel sayılmayabilir ama manevi yönü itibariyle önemli bir eserdir. Cami inşasının bitiş tarihi üzerinde ihtilaf yoktur. Bu tarihi, caminin muhteşem minberinin taç kapısına yazılmış, kabartma yazıdan öğreniyoruz. Bu yazıda caminin "Murat Han oğlu Yıldırım Han 'ın emriyle 802 senesinde" tamamlandığı ifade edilmektedir. Buradaki tarih, hicri takvime göredir bu tarih miladi takvime göre 1399 yılıdır. ULU CAMİ 'NİN UĞRADIĞI TAHRİBAT Ulu cami ibadete açıldıktan kısa bir süre sonra kötü bir durumla karşılaşacaktır. 1402 Ankara Savaşı 'nda Yıldırım Bayezid Han Timur 'a yenilince, Osmanlı Devleti dağılma tehlikesi geçirdiği gibi, ülke toprakları maddi ve manevi bakımdan büyük tahribat görür. Devletler arası savaşın beraberinde getirdiği yıkım, üzücü bir şekilde bu ulu mabede de tesir eder. Zira, Ulu cami, bir müddet Timur 'un Moğol Komutanları tarafından ot ambarı ve ahır olarak kullanılmış ve Bursa 'yı terk etmeden evvelde Timur 'un adamları camiyi yakarak tahrip etmiştir. Bunun bir delili olarak Kazım Baykal eserinde, 1855 depremini gören ihtiyarların anlattıklarına dayanarak zelzele sonrası yıkılan kubbe enkazının kaldırılması sırasında kubbe sıvalarının altında yoğun bir is tabakasının mevcudiyetinden bahsetmektedir. Timur 'un askerleri Bursa 'dan gitti derken bu sefer Karamanoğlu II.Mehmed 'in 1411 'de Bursa 'yı işgali sırasında Ulu Cami bir tahribata daha sahne olmuştur. Karamanoğlu, Yıldırım Bayezid 'e büyük bir kin ve nefret duyduğundan akla hayale sığmayacak kötülükler yapmıştır. Orhan Camiini yaktırdığı, Yıldırım Bayezid 'in kabrine türlü hakaretler yaptığı yetmi - yormuş gibi Ulu Cami 'nin dış kısmını tavana kadar yığdırdığı odunla ateşe vererek yaktırır. Çelebi Mehmed döneminden 1950 'lere kadar kalın bir beyaz sıva tabakasının ardına gizlenen Ulu Cami, 1958 Büyük Çarşı yangınında kuzey avlusunun da yanmasından sonra 1959-1961 onarımında sıvası kaldırılarak asli haline döndürülür. Hala taşlarda yangının eseri olan isleri görmek mümkündür. Ulu Cami ayrıca bu istilaların haricinde deprem, yangın ve lodos gibi felaketlerden de çok zarar gömüştür. Özellikle 1855 depreminde iki kubbesi hariç bütün kubbeleri çökmüştür. 1889 yangınında minarelerin külahları yanmış ve bunun üzerine bugünkü boğumlu kagir külahları yapılmıştır. Ayrıca cami, çeşitli tarihlerde şiddetli lodos nedeniyle de zarar görmüştür. DÜNDEN BUGÜNE ULU CAMİ 'NİN TAMİRATI Ulu Cami 'yle alakalı kaynaklardan ilk tamiratın 1494 miladi yılında yapıldığı ve 10.000 akçe para sarf edildiği anlaşılıyor. Bu tarihten günümüze kadar 1503, 1551, 1563, 1572, 1668, 1670, 1724, 1815, 1855 ve 1961 yılarında büyük çapta tamirat yapılmıştır. Yapılan onarımlar sonucu Ulu Cami bugünkü görünüme kavuşmuştur. Özellikle 1855 depremi sonrası büyük bir tamirata ihtiyaç duyan cami için dönemin sultanı Abdülmecid Han hazineden para aktarmış, görevliler yollamıştır. Bu tamirat, dönemin Bursa Valisi Namık Paşa 'nın da bizzat sırtından enkazı dışarı çıkararak halkı teşvik etmesiyle üç yılda tamamlanabilmiştir. Bu deprem sonrası padişah tarafından görevlendirilen büyük hattatlar M.Şefik Bey ile Abdülfettah efendi camideki yazıları tamir edip, yeni yazılar da ilave ederek bugünkü muhteşem hat koleksiyonunu ortaya çıkarmışlardır. Fakat sonraki dönemlerde özellikle boya ile yapılan süslemeler zevksiz bir batı özentisinin ürünü olarak cami içindeki uyumu kısmen bozmuştur. 1959-1961 yılları arasında yapılan restorasyonla caminin dış sıvaları sökülmüş, bugünkü vaziyete getirilmiştir. Kubbelerden yağmur sularının içeriye sızması ve hem yazıları hem de iç sıvalar bozması nedeniyle 2002 yılında kubbelerin kurşunları yenilenmiştir.
Silvan Ulu Cami Artuklular`dan kalma camilerden biri SİLVAN ULU CAMİİ`dir. Cami, Selahaddin Eyyubi`ye izafe edilmekte ise de doğru değildir. Ancak, Eyyubiler döneminde de camiye bazı eklemeler yapılmıştır.Halk arasında buna”Acem yapısıdır” diyenler de vardır.Bunun nereden kaynaklandığı tespit edilememiştir. Bunlardan Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Cami hakkında şu bilgileri vermektedir: "Silvan(Meyyafarqin) Ulu Camii ile, Artuklu mimarisinin muhteşem üslubu başlar. Burada, Melikşah`ın İsfahan Mescid-i Cumasındaki kubbesi aynı plan şekli ile bir mihrab önü kubbesi olarak değerlendirilmiştir.13.50 m. Çapında kubbe, Gülpayegan Camindeki gibi mukarnaslı tremplarla yerine oturmuş olup, üç nef boyunca parelel nefleri kesmektedir. Üç taraftan üçer kemerle camiye açılan kubbe, dıştan tamamıyla yapıya hakim olarak kuvvetle belirtilmiştir.Gaznelilerin Leşker-i Bazar Ulu camiinde iki nefi kesen mihrap önü kubbesi, Melikşah`ın, İsfahan Mescidi Cuma Kubbesi fikri ile birleştirilerek, Anadoluda Türk cami mimarisinin abidevi şekli inanılmaz bir kuvvetle gerçekleştirilmiştir. Silvan Ulu Camii taştan, kubbesi ise tuğladan yapılmıştır. Dıştan kubbenin sekizgen kasnağı ve trompları bellidir. Halen üzerini basık, piramit bir külah örter. Silvan`da 1031 de bir cami yapıldığı, tarihi kaynaklardan bilinir. 1046 da bunu gören Nasırı Hüsrev`in ancak birkaç kelime ile geçiştirmesi, ilk camiin belirli bir özelliğinin olmadığını gösterir.Diğer bir kaynak “İbn el Azrak”, 547 de kubbenin yapıldığını ve 552 de tamirinin tamamlandığını bildirmektedir.Böylece camiin 1152-1157 arasında beş yıl boyunca, bugünkü şekli ile Necmeddin Alpit tarafından tamamlandığını kabul etmek gerekiyor.Burada Artuklu camilerinin Selçuklu mimarisine dayanan karakteristik plan ve mimari özelliklerinin daha sonra devam eden orijinal üslubu hakim olmuştur.
CİZRE ULU CAMİİ 639 yılında kiliseden camiye çevrilmiştir.Abbasi döneminde onarıma alınmıştır.1160 yılında Cizre Emiri Baz Şah ın oğlu Emir Ali Sencer tarafından büyük onarıma alınmış olup,minaresi 1156 yılında dört köşe şeklinde yapılmıştır. Cizre Ulucami,ortası delik büyük değirmen taşlarına benzer taşların üst üste konulup sütun yapılması ile üzerlerine kubbeler konulmak suretiyle yapılmıştır.Bu kubbeler demir köşebentlerle birbirlerine sütunlar bağlanarak sağlamlaştırılmıştır.Her kapının üzerinde kur an-ı Kerim ayet ve sureleri bulunur. Büyük demir kapısı şu anda Topkapı Sarayı Müzesi nde 1983 ten beri muhafaza altına alınmıştır.Üzerinde gümüş motifler,bakır şekiller,kufi yazılar bulunmaktadır. Cizre Ulucami kapı tokmakları dünyaca meşhur bir oymacılık sanatının en mühim şaheseridir.Fizikçi ve sanat adamı İsmail Ebul-iz El Cezeri bu tokmakları yapmıştır. Ulucami mescit kısmı Vakıflar Genel Müdürlüğünce restorasyona alınmıştır.Ancak Ulucami Külliyesi nin batı,doğu ve kuzey kısımları onarıma alınması gerekmektedir. 2.TANIM. Cizre'nin İslam'ı kabul etmesiyle 639 yılında kiliseden camiye çevrilmiştir. Abbasiler döneminde cami yıktırılıp, onarıma alınmıştır. 1160 yılında Cizre Beyi Baz Şah'ın oğlu Al Sencer tarafından yeniden yaptırılmıştır. 1156 da dörtköşe inşaa edilen minaresi 1945-1946 ve 1971 yıllarında 2 kez onarım görmüştür. Cizre Ulu Camii kapılarında bulunan Ebul-İz'in yaptırdığı ünlü ejder figürlerinden biri İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesinde bulunmaktadır. Cizre Ulu Camii’nin, 13. yüzyıla tarihlenen, eşsiz bir el işçiliğine sahip ahşap kapısının tunç kapı tokmağı üzerinde iki ejder ve ortasında bir aslan başının bulunduğu bir kompozisyon görülmektedir. Ejder sivri kulaklı, badem gözlü ve kanatlıdır. Gövdeleri yılan pulu ile kaplı ve ortadan düğümlüdür. Birbirine dolanan kuyrukların uçları kartal başı şeklinde görünmektedir. Ejderlerin ortasında ise stilize aslan başı yer almaktadır. 1976 yılından beri Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde sergilenen kapı tokmağının diğer teki 1969 yılında yerinden sökülerek çalınmıştır ve günümüzde Kopenhag David Samling Müzesi’nde sergilenmektedir. CAMİYLE İLGİLİ MAKALE Cizre Ulu Cami Hz Nuh makamı, Kırmızı Medrese hep orda! İnsanlığın ikinci babası Hazreti Nuh makamı Cizre’den mektup yollamış Cihad Meriç.. Her şehir içinde birçok güzellik barındırır. Biz bu güzellikleri harcadığımız emek oranında görebiliriz. Kısaca gayretsiz bir şey olmuyor. Bulunduğumuz zamanı ve mekânı anlamlı kılmak için emek harcamalıyız. Yaz kış demeden içinden geçtiği her beldeye hayat veren Dicle nehri, Cizre'nin sınırlarını ve ismini belirlemiş. Dicle, genelde kıvrım kıvrım akan bir nehir. İşte buradaki kıvrım yarım ada oluşturmuş, hatta eski kaynaklarda burası ada olarak geçiyor. Doğal korunaklı ve suyu bol adacık kale ile çevrilerek zamanla büyük şehir halini alıyor. Eski kaynaklarda nüfusunun çok yüksek olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Şimdilerde nüfus yüz bin civarında. Cizre’de iyiliğin derin sessizliğine kulak verdik Cizre Kırmızı MedreseBiz de bu Hazreti Nuh makamına on ay misafir olduk. Yeni insanlar tanıdık. Benim için Cizre'de üç nokta önemli: Ulu Cami, Hz. Nuh Makamı, Kırmızı Medrese. Hani insan bir şehirde hayat rutinini kırmak istediğinde gitmeyi düşündüğü mekânlar arar; bu mekânlar ruhu rahatlatır, bize insan olduğumuzu hatırlatır. Cizre, çevresinde Kasrik gibi kadim ören yerleri ve tarihî köprü kalıntıları barındırıyor. Eskiler taşı işleyebildiklere her yere gelecek için mesajlar bırakmış. Cizre'nin geçmişi incelendiğinde karşımıza medreseler şehri çıkıyor; Ahmed El Cezeri, İsmail Ebul İz Cezeri... gibi zamanın büyüğü olmuş adamlar bu düşüncenin imzası. Biz bu şehre geldiğimizden bugüne kadar iyi haberler yapmaya gayret ettik. Medyanın bilerek veya bilmeyerek oluşturduğu haber değeri yargısı problemli. İyiliğin ve güzelliğin haber değeri olmadığı bir yerde algılarımız değişiyor. Bu bölge dışında anket yapıldığında dediğim daha rahat anlaşılabilir. Ben buraya şehirlerle ilgili ön yargılarından yıllar önce arınmış bir adam olarak geldim. Evet problemler vardı; fakat sessiz çoğunluk iyiliği kendi âleminde yaşıyordu. Biz felsefemizi şöyle belirledik; İyiliğe mikroskopla, mikroplara kör gözle bakmak. Derdimiz polyannacılık da değil, sadece iyiliğin derin sessizliğine kulak vermek. Cizre’de nereleri görmeden geçmemeli? Cizre Ahmed el Cezeri türbesiHerkesi Cizre'ye davet ediyoruz. Hele Mardin, Midyat, Hasankeyf'e kadar gelip buraya uğramamak büyük kayıp. Saydığımız yerler iki saatte ulaşılabilecek bir dairenin içinde yer alıyor. Gelenler için kısa bir rota verebiliriz. Şehir otogarının yanında Mem u Zin ve Abdaliye Medresesi ziyareti ile yolculuğumuza başlayabiliriz. Sonra aynı yol üzerinden Hz. Nuh makamına ulaşabiliriz. Hz. Nuh'un hemen yanına sırlanmış mekanik dehamız İsmail Ebul İz Cezeri'yi ziyaret edebiliriz. www.ebuliz.com internet adresinden online kitabını inceledikten sonra Jazari'yi ziyaretimiz daha anlamlı olur. Hz. Nuh makamının az ilerisinde Kırmızı Medrese ve Ahmed-el Cezeri türbesi var. Kırmızı Medrese avlusunda bedenen, aklen, kalben dinlenebilirsiniz. Buradan yol tarifi alıp Ulu Cami'ye ulaşmak mümkün. Ulu Cami, avlusu ve minaresi ile insanı etkiliyor. Hamidiye kışlası ve Kale kalıntılarını gördükten sonra birçok aile çay bahçesinin bulunduğu Dicle nehri kenarına gidebiliriz. Bu arada Kırmızı Medrese'den Ulu Cami'ye giderken çarşıyı da gezebiliriz. Onu bulabilirseniz Terzi abimiz size çay ve soğuk su ikram edecektir. Cizre Ulu Cami Cizre kültür ve tarihini araştırmaya kendini adamış Abdullah Yaşın daha detaylı bilgilere ulaşabileceğimiz adres. Hem kitabı hem sitesi www.abdullahyasin.org aracılığıyla çalışmalarını bizlerle paylaşıyor. Biz "insan = şehir" diyoruz ve "iyi adamlar defteri", "iyi şehirler listesi" üzerine çalışmaya gayret ediyoruz. İnsan yoksa şehir virane olur. İnsan yaşayacak bir şehir bulamazsa avare olur. İyi adamların ve iyi şehirlerin izini sürmeye devam ediyoruz. Sıla-i rahim ve dost ziyaretleri vesilesiyle yollarda olacağız, posta kutusu bulduğumuzda yollardan mektup atabiliriz. Böylece ilk yol mektubumuz, yol başlangıcımız Cizre'den gelmiş oldu. Cihad Meriç yazdı